Ortaçağ'da Kadın Olmak

 Kadın olmak, bazı çağlarda sadece var olmakla suçlu olmak demekti. Hele ki Ortaçağ’da… Saçının teline dolanan rüzgâr bile halkın gözünde bir alametti: “Bakın, bu kadın farklı. Tehlikeli olabilir.” Oysa belki o kadın yalnızca sessizce oturup gökyüzüne bakıyordu. Belki bahçesindeki otları seviyordu; kimyonun, adaçayının, kekiklerin kokusunu. Ama hayır… O kokular halkın burnuna büyü gibi geldi. Çünkü bir kadının doğayla bu kadar içli dışlı olması, onun başka bir güçle bağlantısı olduğu anlamına gelirdi. Kadın, hele ki yalnızsa, hele ki bir erkeğin himayesi altındaysa değilse, çoktan cadıydı zaten. Ne garip… Bir zamanlar bilgi tehlikeliydi. Kadının bilgisi, özellikle doğaya dair bilgisi, korkutucuydu. Doğum yaptırıyorsa, şifalı otlar biliyorsa, ayın döngülerini izliyorsa… Bu bilgi toplumun gözünde düzeni bozan bir şeydi. Çünkü düzen, cehalet üstüne kuruluydu. Erkeklerin düzeniydi o. Erkek, Tanrı’ya yakın olan; kadın ise hep bir şeytana borçlu gibi. O yüzden kadınların gözleri hep suçlu bakıyordu, dudakları hep yarım konuşuyordu. Çünkü ne zaman konuşsalar, birileri onları “büyü yaptı” diye susturuyordu. Folklor, bu korkunun hikâyelerini taşıdı bize. 

Masallarda ormanın derinliklerinde yaşayan yaşlı kadınlar vardır. Çocukları kandıran, fırınlarda pişiren, iksirler hazırlayan... Kötü olan hep onlardı. Ama kimse sormaz: Bu kadın neden ormanda yaşıyor? Kim itti onu o karanlığa? Belki de köy meydanında yakılanlardan kaçtı. Belki bir zamanlar köyün ebesiydi, ama bir gün bir çocuğu kurtaramayınca hedef gösterildi. Bir kadının hatası, bir erkeğin hatasından daha büyüktü çünkü. Kadın, ya melek olmalıydı ya şeytan. Ortası yoktu. İnsan olması mümkün değildi. Bugünden bakınca, o cadı denen kadınlar bana çok tanıdık geliyor. Bazen bir sokakta yüksek sesle gülen bir kadında, bazen kendi yolunu çizen yalnız bir yolcuda, bazen annesinin tarif defterinden otları öğrenen genç bir kadında görüyorum onları. İçlerinden biri ben olabilirim. Çünkü hâlâ kadınlar, farklı oldukları için hedef oluyorlar. Düşünmek, sorgulamak, itiraz etmek hâlâ tehdit sayılıyor. Ve tehdit olan şey bastırılıyor. Ama belki de “cadı” kelimesini geri almalıyız. Korkulacak değil, gurur duyulacak bir şeye dönüştürmeliyiz. Çünkü o kadınlar sadece bedensel değil, zihinsel olarak da özgürdüler. Çünkü onlar, öğretilmiş itaatin dışında bir şey denediler. Yanıldılar mı? Belki. Ama yaşadılar. Ve toplumun onları yakmaya çalıştığı ateş, şimdi içimizde bir kıvılcım olarak yanmaya devam ediyor. Belki biz de kendi küçük ormanlarımızı kurarız bir gün. Şehirlere, sokaklara, evlerimize… Belki yeniden doğanın döngüsüne kulak veririz. Belki bu kez kadınlar susmaz; çünkü artık yakılacak odunlar değil, yakılacak kalıplar var. Ve biz o kalıpları tutuşturacak cesarete sahibiz. Çünkü içimizde bir yerlerde, çoktan cadı ilan edilmiş kadınların sesi yankılanıyor.

Yorumlar